Dijital Rönesans Şimdi!

Dijital ekonomiyi, steroid takviyeli endüstriyel kapitalizme daha az benzeyen, dijital ağların dağıtıcı doğasıyla ise daha uyumlu bir hale getirecek olan şey nedir?

İnsanlar bugün, eşler arası değer alışverişinden ve dayanışma ağlarının yeniden kurulmasından, kitle fonlamasıyla borç ödeme planlarına ve yerel “iyilik bankalarına” kadar pek çok stratejiyi deniyor. Görünüşe göre, büyük bir dönüşüm kapıda. Ancak şaşırtıcı biçimde, bu girişimlerin merkezinde nadiren dijital teknoloji yer alıyor. Asıl belirleyici olan, dijital bir hassasiyet.

Bir grevi örgütlemek için kriptografi ne kadar gerekiyorsa, Uber’in sürücülerin sahip olduğu bir platforma dönüşmesi için blockchain de o kadar gerekli. Yani mesele, teknolojiden çok onu kullanan insanların ilişkilenme biçimlerinde yatıyor. Bu hareketlerin ruhu, teknik olarak dijital değil; daha çok, pratikten doğan “hacker” değerlerine dayanıyor. “Dijital” terimi, kökeninde insanın değer yaratmak için kullandığı parmaklara, yani sayılara işaret eder. Bu nedenle dijital, yalnızca geleceğe değil; insanların kendi emeklerinden kopmadığı, dünyanın da şirketlerce çıkarılacak bir kaynak yığını olarak görülmediği bir geçmişe de kulak verir.

Fakat günümüzün dijital ekonomi aktörlerine bakıldığında, bu pek de anlaşılmıyor. Amazon, Uber, Facebook, Apple… hepsi ekonomiyi sıfırdan kurmak yerine, kapitalizmi dijital araçlarla sürdürmekten ibaret. Bu şirketlerin kurucuları her ne kadar sektörleri “yıkmaktan” gurur duysalar da, kendi varlıklarının dayandığı sistemi — yani yaptıkları tüm uygulamaların, cihazların ve hayallerin üzerinde yükseldiği risk sermayesi kapitalizmini — sorgulamayı akıllarına bile getirmiyorlar.

Yeni bir dijital teknoloji keşfedildiğinde, bu girişimciler (çoğu erkek) hızla bir risk sermayedarına koşar. Bundan sonrası finansörlerin kontrolündedir. Yatırımlarından 100 kat getiri bekleyen bu sermayedarlar, kurucuları şirketlerini “başarılı çıkış”a, yani halka arz veya satışa yönlendirmeye zorlar. Oyunun amacı sağlam bir işletme kurmak değil; şirket iflas etmeden önce ondan çıkış yapmaktır. “Sürdürülebilir ekosistem” kavramını çevrecilerden ödünç alsalar da, aslında hiç kimsenin gerçek değer üretmediği yanmış toprak tipi tekeller inşa ederler.

Ama önemli olan bu değildir.

Tek yapmaları gereken, insanlardan ve yerlerden yeterince değer çekip kendilerini başka birine satmaktır — ya da bir pazardaki (örneğin kitap veya taksi) tekel güçlerini kullanarak başka bir pazara (örneğin film veya robotik taşıma) sıçramaktır.

Dijital bir bakış açısından, bu şirketler yalnızca dünyadan mümkün olduğunca fazla değeri çekip bunu yatırımcıların hisse değerine dönüştürmek için tasarlanmış yazılımlardır. Gerçek, dolaşımdaki parayı toplayıp onu donuk, işe yaramaz sermayeye çevirirler. Bu, “dijitalleştirilmiş varlık” modelinin özetidir. Gerçek anlamda dijital, uygulamaya dönük, bağlayıcı, dönüştürücü bir şey değildir bu. Sadece güçlü dijital araçlarla yürütülen eski sanayiciliktir. Üstelik dijital teknolojinin temelindeki eşitlikçi, açık ağ değerleriyle tamamen çelişir. Bu yüzden, uzun vadede hep insan ve topluluk aleyhine işler ve sonunda çöker.

Sanayileşme, Rönesans’ın ardından bir dönem için işe yaradı; çünkü ekonomi büyüyordu. Faizli banknotlar üzerinden işleyen borç temelli sanayiciliğin amacı, her zaman alınan borçtan daha fazlasını geri ödemekti. Sanayi çağı, Orta Çağ’ın denkler arası ekonomisinin yerini aldı. Ustalık gerektiren işlerin yerini düşük ücretli montaj hattı emeği aldı. Yerel para birimleri ve adil takas ilişkileri, yüksek maliyetli, faizli para sistemlerine bırakıldı. Bağımsız üreticiler ve hizmet sağlayıcılar arasındaki insani bağların yerini, markalar ve tüketiciler arasındaki yapay ilişkiler aldı. Pazarlama psikolojisinin yardımıyla, rekabetçi işletme mantığını gündelik hayatımıza taşıdık.

Sonunda “sahip olma” arzusu, haz duygusunun kendisinden bile daha önemli hale geldi. Amerika, dev bir Tupperware partisine dönüştü.

Tüm bu sistem, zenginleri daha da zenginleştirmek için, gerçek olandan soyut olana değer aktarımı üzerine kuruldu. Bu, Rönesans’ın özündeki güç merkezileşmesi, birey kültü, imtiyazlı tekeller ve yeni kıtalara yayılan imparatorluklarla uyumluydu. İnsanlar köleleştirilmişti; toprak ise yalnızca bir mülkti. Bugünün dijital ekonomisi de — girişim sermayesi, borsa ve ticaretin yönlendirdiği haliyle — aynı değerleri sürdürür. Algoritmalar piyasaların değer sömürüsünü derinleştirirken, Uber ve Airbnb gibi platformlar emek ve mahalle gücünü tekellerin eline verir.

Eskiden büyüme için genişleyen topraklar, şimdi yerini insanın zamanı, dikkati ve verisine bırakmıştır. İnsanlar, yaşamlarının giderek büyüyen bir kısmını, kendilerine hiçbir şey kazandırmayan bir dijital ekonomiye hizmet etmeye harcıyor. MIT ve Stanford’daki parlak zihinler ise cihazları ve uygulamaları, bu sömürüyü daha da “verimli” hale getirmek için optimize etmekle meşgul. Ancak bu sahte dijital ekonominin altında yatan varsayımlara ilk karşı çıkanlar, sistemin dışına itilenler oldu: işsizler, yarı zamanlı çalışanlar, ya da emeği gelirle ölçülemeyenler.

Onlara — yani bize — göre dijital çağ, hâlâ farklı bir olasılığın işareti: Kapitalizmin büyütülmüş bir kopyası değil, başka bir tür değişim biçiminin habercisi.

Gerçekten de, tıpkı Rönesans’ın Antik Roma’dan imparatorluk değerlerini devralıp kapitalizme ve sanayileşmeye dönüştürmesi gibi, dijital çağ da kendi rönesansını yaratabilir mi?

Ve eğer yaratırsa, hangi değerleri diriltebilir?

Tarihin bize öğrettiği bir şey varsa, o da yeni bir rönesansın, öncekinin bastırdığı değerleri geri getireceğidir. Rönesans, Orta Çağ’ın zanaatkârlık kültürünü, kaliteye ve kişisel bağlara verilen önemi yok etmişti. Denkler arası para birimleri yasaklanmış, loncalar dağıtılmış, ortak mülkler özelleştirilmişti. Ürettikleri değer karşılığında pay alan zanaatkârlar, zamanla çalıştıkları işyerlerinde hiçbir payı olmayan ücretli emekçilere dönüştü. El yapımı biralara ya da örgü kazaklara istediğiniz kadar gülebilirsiniz; ancak bu nostaljik referanslar, aslında kültürümüzde Orta Çağ duyarlılığının yeniden canlandığını gösteriyor. Burning Man festivali, Game of Thrones’un popülaritesi ya da alışveriş merkezlerinde açılan piercing stüdyoları — hepsi bu geri dönüşün modern işaretleri.

Şimdi sırada bu duyarlılığın ekonomiye sızması var — ve bu da gerekli.

Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Enstitüsü (IEEE) gibi meslek birlikleri, teknologların kendi etik standartlarını belirlemesini sağlıyor. Etsy, eşler arası pazar ruhunu geri getirirken, Creative Commons ortak bilgi kaynaklarının özelleştirilmesini dengeliyor. Zamana veya topluluk temelli para sistemlerine dayalı yerel bankalar, doğrudan değer takasının yollarını yeniden açıyor. Blockchain teknolojisi, hesap verebilirlik ve kimlik doğrulamada merkezi otoritenin tekelini kırıyor.

Platform kooperatifleri — dijital sanayileşmeyi temsil eden dev platform tekellerine doğrudan bir yanıt olarak — hem ürettiğimiz değeri geri almanın hem de kolektif dayanışmayı yeniden kurmanın bir yolu. Bu modeller, değeri uzak hissedarlara taşımak yerine, topluluk içinde tekrar dolaşıma sokar; hasat eder, paylaşır, geri dönüştürür. Değer sömürüsüne ve sınırsız büyümeye dayalı ekonomiden; yenileyici, sürdürülebilir bir ekonomiye geçerken yeniden öğrenmemiz gereken tam da bu alışkanlıklardır.

“Dijital”, son rönesansın gündemini sürdürmek için geliştirilmiş bir yüksek teknoloji aracı değildir.

O, insan duyarlılığının yeni bir rönesansa doğru attığı adımın ta kendisidir.

Yazan:  Douglas Rushkoff  Çeviri: Özgür Kurtuluş Kaynak: Renaissance Now, Ours To Hack and Own,  Or Books, New York, 2016,  sf: 33-37

Paylaşmak güzeldir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir